Türk Cumhuriyetleri’nin (Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan) toplam ihracatımızdaki payı %3,7 civarlarında. Yıllık 5,2 milyar dolarlık bir ihracata karşılık geliyor (2015 verilerine göre).
1990’lı yılların başından itibaren sıfırdan buraya gelinmiş olmasının önemi yadsınamaz. Ancak potansiyelin tam olarak gerçekleştirildiği de söylenemez. İlave açıklamalar için ihracatımızın dağılımını göz önünde bulundurmakta yarar var.
Son on yılda (2006-2015), geleneksel olarak en büyük ihracat partnerimiz AB olup, ihracatımızdaki payı %56’dan % 45’lere gerilemiştir. Hala oldukça yüksek bir oran sayılabilir. AB dışı diğer Avrupa ülkeleri de dahil edildiğinde pay %66’dan %55’lere gerilemiş oluyor. Demek ki diğer partnerlerimizin payı yükselmiştir (Tablo 1).
Miktar olarak,2015 yılında 144 milyar dolarlık ihracatımızın78’ini Avrupa’ya (64’ü AB’ye), 31’ini Yakın ve Orta Doğu’ya, 43’ünü İslam İşbirliği Teşkilatına (İİT) ve 8,5’ini Kuzey Afrika’ya ve 5,2 milyarını da Türk Cumhuriyetleri’ne yapmışız (TÜİK verilerine göre).
Avrupa’nın(özellikle AB’nin) payının yüksek olmasının özel bir yararı var. Avrupa’nın talep koşulları ihracatçılarımızı dünya ile rekabet edebilecek şekilde geliştirici bir özelliğe sahip. Avrupa önüne gelen her şeyi satabileceğin bir pazar değildir. Üretimin belli bir çıtanın üzerinde olmasını ve dünya ile rekabet edebilecek düzeylerde sürdürülmesini zorlayan bir pazardır. Sanayimizin bugün ki duruma gelmesindeki rolü de bilinmektedir. Bu anlamdaAB ile ticaretin alternatifi hiçbir zaman yoktur ve payı azalmış olsa da devam etmesi çok önemlidir.
AB’nin ve Avrupa’nın payındaki azalmayı İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ülkeleri telafi etmiş gözüküyor. Bu grubun payı aynı dönemde %17’lerden %30’lara çıkmış. Bu ülkelere yönelik ihracatımızdaki artış önemli bir başarı olarak değerlendirilebilir. Çoğu İslam ülkeleri arasında sayılabilecek olan Yakın Doğu ve Orta Doğu ülkeleri için de aynı eğilimi görmek mümkündür (%13’ten %21’e).
İİT içinde Türk Cumhuriyetleri de bulunmakla beraber, bu ülkelerin ihracatımızdaki payları düşüktür. Aynı dönemde %2,5’tan %3,7’ye çıkarılabilmiştir. Son yıllarda biraz düşmüştür (Bu değerlendirmelerin benzeri ithalat için de yapılabilir, bkz. Tablo 2).
Türk Cumhuriyetlerinin ihracatımızdaki payının düşük olmasının nedenlerinden biri bu ülkelerin ekonomilerinin küçük ve gelir düzeylerinin düşük olmasıdır. Ne var ki, gelir düzeyi olarak düşük sayılabilecek Kuzey Afrika ülkelerinin payının bile %6’ya çıkarıldığı bir durumda, Türk Cumhuriyetleri’ne yönelik ihracatımızın yeterli olabileceğini düşünmek doğru olmaz.
Türk dünyasınıngenel olarak dünya ekonomisi içinde büyük bir ekonomik güç konumunda olmadığını biliyoruz. Ancak ekonomilerinin önemli bir gelişme potansiyeli bulunmaktadır. Hem kendi aralarında hem de Türkiye ile karşılıklı ticaretin geliştirilmesi bu ülkelerin de büyüme ve ekonomik olarak gelişmelerine katkı sağlayabilecektir.
Türkiye açısından önümüzdeki dönemlerde söz konusu potansiyelin iyi değerlendirilmesi gerekir. Bu bağlamda öncelikle bir kısım eksikliklerin tamamlanması ve daha ileri düzeyde bazı adımların atılması yararlı olabilir. Örneğin bu ülkelerin Türkiye ile de kendi aralarında da hala tarife oranlarında farklılıklar ve gümrük prosedürlerinde uyumsuzluklar mevcuttur. Bunların giderilmesi gerekir.
Türkiye ile bu ülkeler arasında ekonomik ve ticari ilişkilerin yürütülmesi için bir kısım önemli anlaşmalar (çifte vergilendirme, yatırımların karşılıklı artırılması gibi) yapılmış bulunmaktadır. Kuşkusuz bunların önemi yadsınamaz. Ancak bunlar giderek derinleşen ve ilerleyen bir ekonomik entegrasyon süreci anlamına gelmez.
Türkiye ile Türk dünyasının ekonomik ilişkileri kendi aralarındaki bir entegrasyondan ziyade, üye veya taraf olunan KEİB, EİT, BDT ve AB’nin uygulamaları gibi bölgesel entegrasyonların gerekleri veya DTÖ’nün genel uygulamaları gibi küresel entegrasyonların gerekleri üzerinden yürütülmektedir.
Oysa Türk Cumhuriyetleri arasında bir ekonomik entegrasyon/birlik süreci daha farklı mekanizmaları gerektirmektedir.Örneğin ilk etapta entegrasyonun en basit türü sayılabilecek serbest ticaret alanı (STA) anlaşmaları düşünülebilir. Mevcut yürürlükte olan STA’lar içinde Türk Cumhuriyetleri bulunmamaktadır (Ekonomi Bakanlığı sitesinden bakılabilir). Daha sonra entegrasyonun daha ileri aşamaları düşünülebilir.
Bu arada Kazakistan ve Kırgızistan’ın Avrasya Ekonomik Birliği’ne (birlik pratikte daha çok gümrük birliği şeklinde işlemektedir) üye olması Türkiye’yi akraba ülkeler karşısında üçüncü ülke konumuna düşüren uygulamalar olarak karşımıza çıkmıştır. Diğer Türk Cumhuriyetlerinin de birliğe katılması gündemde bulunmaktadır. Üçüncü ülkenin zararları ile karşılaşmamak için Türkiye’nin de bu birliğe üye olup olmamasının koşulları tartışılmaktadır.
Oyun kurucu olmak veya reaktif değil proaktif olmak gibi uluslararası ilişkilercilerin kullandığı kavramlardan çok anladığım söylenemez. Ama yanı başımızda geliştirilmesi gereken bir ihracat ve ekonomik entegrasyon potansiyelinin olduğu da açıkça görülüyor.
Mesafe/coğrafya, akrabalık, dil, tarih ve kültür yakınlıkları ve bu yakınlıkları sunduğu avantajlar bu potansiyeli güçlendirmektedir. İhracat hedeflerimiz doğrultusunda daha ileri sonuçlar almak dileğiyle…
Prof. Dr. Şevket Tüylüoğlu
Twitter: @sevkettuyluoglu
Mail: bilgi@sevkettuyluoglu.com